Genel bilgi:
Şu an Isviçre’deki nükleer santral sayısı 5, bunlar Isviçre’nin 7 milyonluk nüfusunun ve kapitalist işyerlerinin elektrik ihtiyacının %40’ını gideriyor. ONLINE OKU /İNDİRKapitalistlerin ihtiyaçları gittikçe yükseldiği için, yeni nükleer santrallerin kurulması ülkenin güncel politikasında yer alıyor. Elektrik şirketleri yeni santral kurmak için devletten izin istediler.
Marco Camenisch
Marco Camenisch Isviçreli militan bir nükleer karşıtı ve yeşil anarşist. 21. Ocak 1952’de Isviçre’de doğuyor ve bir küçük burjuva aile ortamında büyüyor. Koleji otoriter, elit ve kariyer mantığından rahatsız olduğu için yarım bırakıp bir çiftlikte tarım eğitimine başlıyor. Orada kimyasal gübreleme sistemi ile tanışıyor ve akabinde reddediyor. Sisteme ve koşullara karşı savaşılmadığı müddetçe hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlıyor ve nükleer santral karşıtı eko-aktivist oluyor.
1979’da net düşünce ve davranışların ortaya koyulması gerektiğine karar veriyor. 1979’da Marco ve birkaç yoldaşı, nükleer lobinin tesislerini sabote ediyorlar: NOK’un nükleer güç istasyonunun çelik elektrik direğine patlayıcı atarak tahrip ediyorlar (NOK Isviçre elektrik üreticilerin en büyük kuruluşudur). 1 ay sonra başka bir nükleer santralin üç tane transformatörünü ve bir beton direğini patlatıyorlar. NOK’a çıkan zarar 1.4 milyon Isviçre frankı.
Ikinci eylemliktenten sonra Marco ve yoldaşı René ülke çapında aranıyorlar. 8 Ocak 1980’de Marco ve René ev baskınında yakalanıp tutuklanıyorlar. Aynı gün hükümet NOK‘a iki yeni santral daha çalıştırma iznini veriyor.
Marco ve Rene 10 sene hapise mahkum ediliyorlar. Bu ağır cezanın nedeni o dönemdeki Almanya’dan yansıyan terör korkusunun yol açtığı önlemlerdi; devlet kurallara uymayan ya da militan gençlik hareketine benzer davranışlarda bulunanlara ağır baskılar uygulayıp ezmek istiyordu.
Marco adliye ile iş birliğini reddediyor. “Kulübelere barış, saraylara savaş” adlı bir makale kaleme alıp mahkemede okuyor. Eylemlerini üstlenip kendi üzerine alıyor; elektrik endüstrisinin yarattığı çevre yıkımını protesto ettiğini ve yaptığı sabotajların kapitalist toplum karşıtı savaşın bir parçası olduğunu söylüyor.
Aralık 1981‘de Marco 5 mahkum ile birlikte cezaevinden firar ederken bir gardiyan vuruluyor ve diğer bir gardiyan yaralanıyor. Medyada ve toplumda büyük infial yaşanıyor.
Marco, “tehlikeli terörist” imajı ile damgalanıyor. 10 sene boyunca Isviçre polisi tarafından aranıp önemle üzerinde durulan telikeli kişiler arasına yer alıyor. Alp dağlarında saklandığı düşünülüyordu; diğer bir tahmin de, Italya’da militan bir Anti-nükleer santral grubu ile birlikte olduğu söyleniyordu. Kimse nerede oldugunu bilmiyordu, illegal bildiriler yazıp gönderiyordu. Marko bildirisinde “Bizim efendilerimiz olmak istiyorlar. Biz ise ne hizmetçi, ne efendi olmak istiyoruz. Bu yüzden bizi mahkum ettiler, biz de özgürlüğü seçip firar ettik.“ diyordu.
10 sene boyunca Marco kaçak olarak yaşadı. Yoldaşları tarafından korunup, birlikte faaliyet yürütüyorlar.
3 Aralık 1989’da yani kaçışından 8 sene sonra, ölen babasının Isviçre’deki mezarını ziyaret ederken görünüyor. Mezarlığın birkaç yüz metre ilerisinde bir gümrük görevlisi vurulmuş olarak bulunuyor. Medya ve Devlet Marco’dan süpheleniyorlar.
Kasım 1991’de, Marco Italya’da polisin kimlik kontrolü sırasında tutuklanıyor. Tutuklama sırasında çıkan çatışmada bir polis hafif ve Marco ağır yaralaniyor. Bacak ve dizlerindeki mermi yaraları bugüne kadar iyileşmedi.
Italyan mahkemesi Marco’yu 1992’de polis yaralamadan ve Italya’da bir dizi nükleer karşıtı eylemler gerçekleştirerek elektrik ekonomisini sabote etmekten 12 sene hapise mahkum ediliyor. Aynı zamanda Isviçre devleti kendilerine teslim edilmesini istiyor; fakat Italya cezasının bir kısmını Italya’da geçirmesini istiyor. Mahkeme sırasında Marco tekrar bildiri okuyor: “Siddetçi ve istisnasız direnişin ne kadar doğru ve acil gerekli olduğunu ancak tekrar söyleyebilirim. Bu savaş ancak sosyal, kültürel ve ekolojik olarak radikal bir şekilde yapılırsa, bizlere ve çocuklarımıza gelecek için umut verebilir. Bu savaş günlük hayatımızda başlamalı, tüketim faşizminin iktidari ile var olan binlerce ideal ve reel, büyük ve küçük işbirliklerimize karşı başlamalı. Boyun eğmek yerine düşünülmeyeni düşünmek! Korkuya karşı, cesaret geliştirmek!”
Tutukluluk süresini Italyan yüksek güvenlik hapishanelerinde ve tecritte geçiriyor. Izolasyon amacıyla F tipi hücre içerisinde, politik mücadelesine açlık grevleriyle devam ediyor. Dışarıda ise büyük bir dayanışma hareketi örgütleniyor.
18 Nisan 2002’de, yani 12 senelik cezasının 9 senesini Italya’da geçirdikten sonra, Marco Isviçre’ye teslim ediliyor. Onu daha önceki Isviçre mahkemesi tarafında verilen 10 senelik hapis cezasının geri kalan 8 senelik kısmı ilave ediliyor.
2004’deki başlayacak davasına kadar 5 kere yer değistiriyor ve özel sartlar altında izolasyon hücresinde (F tipi ) tutuluyor. Amaç, onun politik ve insani olarak iradesini, kendine olan güvenini, inancını kırmak, ama aynı zamanda dışarıda süren dayanışma hareketiyle bağlantılarını kesip, zorlaştırmak.
2004’te Zürih’teki mahkeme iddianamesinde, 1981’deki firar sırasında gardiyanın öldürülmesi, 1989’da gümrükçünün öldürülmesi ile suçlanıyor. Gardiyanın öldürülmesi sırasında Marco öldüren grupta olmadığını ispatliyor. Gardiyan konusunda mahkeme suçsuz olduğuna karar veriyor. Gümrük memurunun öldürülmesi konusunda görgü tanıkları, ispat ve delil yetersizliğinden zorlanıyorlar ve söylediklerinde çelişkili ifade veriyorlar; fakat Marco bu konuda sorumlu tutuluyor. Marco da her zaman gümrük memurunu öldürmeyi ve öldurme iddiasini reddetmiştir. Suçsuz oldugu halde suçlanıyor.
Italyan mahkemesi tarafından verilen 12 senenin 9 senesini cezaevinde geçirmiş olan Marco’ya, Isviçre, yattığı cezayı göz ardı ederek, bir 17 sene daha yüklüyor.
Marco Isviçre’de yüksek önlemli, donanımlı bir cezaevinde kalıyor. Sağlık durumu vahim. Çatışmadan kalma mermi yaraları, sağ böbrek üstü bezesindeki ur ve karaciğer damar uru vücudunu oldukça yıpratıyor.
O günden bu yana, ağır hapishane koşullarına karşı boyun eğmedi ve devrimci yeşil anarşist düşüncesine sadık kaldı. Cezaevinin içinden politik mücadeleye destek veriyor, geniş bir ilişki ağını ayakta tutuyor ve dışarıdaki protestolara içerden katılıyor. Mektuplaşma yolu ile uzak yerlere ulaşan bir ilişki ağı oluşturuyor. Toplum üzerinde uygulanan baskıya ve yeni yasalara karşı çıkıyor. Arjantin’deki Mapuche-Kizilderilileri ile Ispanya’daki FIES-Cezaevi sistemine, Türkiye’deki F tipi cezaevine karşı sürdürülen ölüm oruçları ile Italya’da, Fransa’da, Almanya’da, Yunanistan’da, Filistin’de, ABD’de, Avustralya’daki komünist ve anarşist tutuklular ile dayanişma gösterip, tutukevlerinin yaptırımlarına karşı devrimci eylemlilikler yürütüyor. Dışarıdaki yoldaşları dayanışma ve protesto eylemlikleri yapıyorlar.
—————————————
Hapis koşulları – KİM GERÇEK TERÖRİST?
Marco, sık sık cezaevi değiştiriyor. Devletin amacı onu yalnızlaştırmak, moralini bozmak, umutsuz ve inançsız bırakmak, güvensizleştirmek ve dışarıdaki dayanışmayı zorlaştırmak.
Günde sadece 2 mektup alma ve yazma hakkı var.
Misafir izni verilmiyor, birinci dereceden yakınları dahil (eşi) görüşe izin verilmedi. (Italyan tutukevinde bu denli yasaklar uygulanmadı). Isvicre devleti ve mahkemesi keyfi yasaları ile iddianamedeki suçlama yetersizliğine rağmen bu agır cezalara devam etti.
Uzun senelerdir savunmasını yapan ve güvendiği avukatın yerine mahkeme tarafından sağ görüşlü bir avukat atandı.
Marco’nun politik kimliğini yok edemedikleri için, tehlikeli görüyorlar ve coğu zaman yüksek güvenlik cevaevinde bulunduruyorlar. Bu tutukevlerinin özel ve yalnızlaştırıcı uygulamaları var:
– hücre’de en fazla bir kitap
– özel kıyafet yasak (tektip uygulaması)
– havalandırmada en fazla 3 kişi ile
– çatal/bıçak/kaşık yasak
– su ısıtma aleti yasak
– bilgisayar ve daktilo yasak
– spor imkanı yok
– avukat ziyaretleri özel ve kamera ile gözetlenen bir odada kayıt altına alınıyor.
1996’da, sağ böbreküstü bezinde ur bulundu. Italya hastalığını ciddiye alıp, düzenli bir şekilde urun durumunu kontrol ediyordu. Zürih hapishane doktorları ise tutuklunun sağlık durumuyla ilgilenmiyorlar. (Isvicre sağlık politikası her geçen gün halkın aleyhine işliyor)
Marco şu an kaldığı hapishaneye devredildikten bir iki gün sonra, doktor kontrole geliyor ve sağlık durumu hakkında bilgilendiriliyor. Marco ondan kan tahlili yapmasını istiyor, fakat doktor bunu yapmıyor. Ilk ziyaretinde kan alacak malzemesi olmadığını farzedelim; doktor çantasını yanında getirmek mecburiyetindedir. O günden sonra, doktor 3 hafta boyunca muayeneye gelmiyor ve Marko ısrarla rahatsızlığını dile getirerek, doktorun gelmesini sağlıyor. Doktor, isteksiz ve zoraki biçimde kontrole gelerek insanlık onurunu çiğnemiş ve insanlık suçu işlemiştir. Doktor geldiğinde, Marco tekrar kan tahlili yapmasını istiyor, fakat bu sefer de doktor daha önce dile getirilen hastalık durumunu hatırlamadığını söylüyor. Neden bugüne kadar Marco’yu sağlık muayenesinden geçirip kan tahlili yapmadı? (Hipokrat yeminini yalanla, aldatmayla, inançsız biçimde tekrarlayarak, devletinin emrindeki iyi bir yurttaş-doktor olduğunu ispatlamış oldu)
Marco Camenisch’in kendi yazdığı mektubun özeti şöyle:
2002’de EMAR için üniversite hastanesine götürülüyor. Elleri kelepçeli, ayakları pranga zincirleri ile bağlanıyor. Bu şekilde arabaya binmekte zorluk çekiyor ve yüksekte duran arabaya diz üstü tırmanmak zorunda kalıyor. Dizlerinin sakatlığından dolayı oldukça zorlanıyor ve acı çekiyor. Tutuklu kabini dar ve havasız. Pencere yok ve havalandırma çalışmıyor. Kabinin içi güvencesiz: duvarlar sacdan. Kaza durumunda ya da ani frende, kendisini koruyamacak bir pozisyonda. Yarım kalan işkence doğal yoldan yapılmaya devam ediyor. Muayene icin idrar torbasının dolu olması gerekiyor, fakat ellerı bağlı olduğundan su içemiyor. Marco kelepçelerin önden bağlanılmasını istiyor. Polisin davranışını protesto edip, görevlilere bu tip baığlamanın aşağılayıcı ve faşizan bir davranış olduğunu, insanlık suçu işlediklerini ve bu kadar polis güvenliğinin karşısında ellerinin bağlanılmasının gereksiz olduğunu söylüyor. Ekip şefinin sözü “Ya bu şekli kabul edersin ya da hiç muayene yapılmaz”.
Hastaneye vardıklarında ekip şefi tekerlekli sandalyenin olmadığını söylüyor ve Marco ayakları bağlı bir şekilde, ufak adımlarla üst kata, oradan da radyoloji bölümüne seke seke gitmek zorunda kalıyor. Açık ve kalabalık bir alanda bu şekilde yürütülmesinin ve yanında 8 kişilik bir polis ekibinin olmasının tek bir nedeni olabilir; tutuklunun toplum içinde aşağılanması ile küçük düşürülmesi ve katil yaftası yapıştırılmasıyla oradakilerin desteğini kırmak, rejim ve devlet düşmanının akıbetini halka göstermek, ortaçağdaki bir esir muamelesi yapmak… EMAR için, sırt üstü yatmak zorunda. Kontrol için aslında kelepçenin çıkarılması ya da en azından önden takılması gerekir ki böbreklerin önü kapanmasın. Aynı zamanda, pantolonun da çıkarılması gerekir. Italya’da bu kontrol birçok kez yapılmıştı. Fakat Isviçre’deki kontrollerde gerekmiyormuş! Polis hiçbirini kabul etmiyor. Marco doktoru hastalığı hakkında bilgilendiriyor: Sol tarafta varis patlaması, karaciğerde damar tümörü, sağ böbreküstü bezinde ur. “Burada sadece böbrek yazıyor”, diyor doktor, “Karaciğere de bakabilirim ama varis patlaması beni ilgilendirmez”. Marco bu kontrolun Italya’da kelepçesiz bir şekilde birçok kez yapıldığını ve bunun faşizan bir davranış olduğunu söylüyor; fakat değişen bir şey olmuyor.
Doktor daha evvelki kontrollere göre çok kücük bir alanı muayene ediyor. 20 dakika boyunca elleri üstünde yattığı için sırtını bu süre boyunca kasmak ve havada tutmak zorunda kalıyor. Sırt kaslarının bu şekilde gerildiği bir vaziyette, iç organlar basınçtan deforme olurlar ve muayene sonuçları güven verici olamaz.
Daha önceki kontrollerde sorumlu doktorlar kontrol gerekçesiyle genelde kelepçelerin sökülmesini ya da en azından önden bağlanılmasını istemişlerdi. Böbrek ve ciğer bölgesinin kontrolü vücudun daha büyük bir alanında yapılmıştı. Bu sefer Zürih’te yapılan muayenede ise çok dar bir alan ve hatta sadece böbreklerden yukarısı kontrol ediliyor. Doktor tıbben böyle bir kontrolün yanlış olduğunu bildiği halde, doğru bir şekilde kontrol edebilmesi için talepte bulunmuyor…
Marco’nun infaz yasası ile 2006’dan beri tutukluluk süresini yarı açık bir şekilde tamamlaması gerekirken, ağır ceza uygulanması ile infaz yasası ihlal ediliyor. Ailesini görmesi için belirli günlerde dışarı çıkma hakkı varken, kaçmasından korktukları için keyfi biçimde izin verilmiyor.
Annesi öldüğünde cenazesine gitmesine izin verilmedi. Annesinin son dileği, küllerinin Marco tarafından Alp dağlarına serpilmesi idi; fakat buna da izin verilmedi.
Marko’nun mücadele azmi bitmiyor, bitmeyecek. 31 Agustos 2008’de Karakök otonomu aktivistleri ve eko anarşistler, tutukevindeki Marko’nun ziyaretine gittik. Kendisine destek vermek, mücadelesini paylaşmak, yalnızlığını gidermek için. Mücadelesi, mücadelemizdir…
Karakök Otonomu-Isviçre